Patagonya

Patagonya… Dünya üzerinde koskoca bir boşluk adeta; ıssız, sessiz, sonsuz ve huzurlu…

Km2 başına sadece 2 insan düşüyor

Karla kaplı heybetli dağların, turkuaz göllerin, gürleyen buzulların, derin vadilerden geçen vahşi nehirlerin hüküm sürdüğü bir coğrafya burası. Bir yanına Pasifik Okyanusu’nu diğer yanına Atlantik Okyanusu’nu alan Patagonya’da tabiata hayran kalmamak mümkün değil. “Rüzgarın yurdu” denmesi ise boşuna değil. 120 km hıza ulaşabilen rüzgar, göz alıcı coğrafyanın baş yaratıcılarından.

Patgonya ismini ünlü denizci ve kaşif Macellan’a borçlu. Bir rivayete göre Macellan bölgeye geldiğinde yerlilerin büyük ayaklara sahip olduğunu görüyor ve onlara İspanyolcada “büyük ayak”anlamına gelen Patagon adını veriyor. Başka bir rivayete göre ise Macellan, guanako postlarına bürünmüş ve yüzleri boyalı yerlileri bir İspanyol hikayesindeki Patagon ismli canavara benzetiyor ve buradan yola çıkarak, bölgeye Patagonya adını veriyor.

Hayvancılık bu topraklar için çok önemli. Estancia adı verilen çiftliklerde en az 5000 koyun bulunuyor

Evrim Teorisi’nin temelleri burada atılıyor

“Doğanın cansız tüm güçleri-kayasından karına ve buzuna, rüzgarından suyuna-birbiriyle savaş ederken ,insana karşı birlik oluyordu.”

Lapa Lapa Kelebek Yağıyordu, Charles Darwin

Charles Darwin, henüz genç bir doğabilimciyken İngiliz Kraliyet Donanması’na ait Beagle adlı gemiyle yolculuğa çıkıyor. 5 yıl boyunca Patagonya’da incelemeler yapan Darwin, çok sayıda değişik canlı türüne burada rastlıyor ve Evrim Teorisi’nin temellerini de burada atıyor.

Ekmek, bira ve peynir

Üçünü de Alman Nazilerinden öğreniyorlar. Bunun nedeni Arjantin’in 2. Dünya Savaşı sırasındaki tarafsız duruşu ve savaş sonrasında kalkınmaya katkı sağlayacağı düşüncesi ile uyguladığı açık kapı politikası. İşte tam da bu yüzden Arjantin Nazilerin sığınağı haline geliyor ve Kuzey Patagonya savaş sonrasında ciddi bir Nazi göçü alıyor. Bir teoriye göre Hitler’in dahi bir nükleer denizaltı ile buraya kaçtığı ve hayatının sonuna kadar burada yaşadığı iddia ediliyor. Peki nereler görülmeli, neler yapılmalı?

El Calafate

Bu küçük kasaba 19.yy’da Patagonya’da önemli araştırmalar yapmış, buranın bitki örtüsü ve faunasını incelemiş olan Arjantinli jeolog, antropolog ve kaşif Francisco Moreno tarafından keşfedilmiş. Bu topraklara insanların yerleşmesi ise ancak 60-70 yıl önce başlamış.

Buzul çağından önce yeşil olan bölge bugün bozkır bir çöl gibi.

El Calafate dünyanın en büyük dinazorlarına ev sahipliği yapmış. Halen fosilleşmiş dinazor kemiklerine rastlamak mümkün.

Otelimiz Blanca Patagonia
Otel manzaramız
Stresten uzak bir kasaba

El Calafate adını bir tür böğürtlene borçlu. Biz nasıl gidenin ardından su döktüğümüzde o kişinin geri geleceğine inanıyorsak, buranın yerlileri de bu meyveyi yediğinizde buraya geri geleceğinize inanıyor.

Mağarada yenilen bir akşam yemeği
Mağarada yemeklerin piştiği ocak

Perito Moreno Buzulu

Dünyanın 3. en büyük tatlı su rezervi

El Calafate’ye 80 km uzaklıktaki buzullara 1-1,5 saatlik bir otobüs yolculuğu ile ulaşılıyor. Adını kaşif Francisco Moreno’dan almış. Almış almasına ama Moreno bu karşı konulmaz cazibeye sahip buzulları aslında hiç görmemiş.

Perito Moreno Buzulları, Grönland ve Antarktika’dan sonra dünyanın 3. büyük tatlı su rezervi. Su üstünden yüksekliği 70-100 m arasında. Dünyadaki diğer tüm buzulların aksine Perito Moreno küçülmüyor, büyüyor. Göz kamaştırıcı buzulları tekneden ve seyir teraslarından doya doya izlemek mümkün.

Penguen gibi yürümenizi gerektiren demir kramponlar, kask ve eldivenlerle buzulların üstünde trekking yapmak enfes bir deneyim.

Buzulların üzerinde güvenle yürüyebilmek için demir kramponlar takılıyor
İnsan kendini ucundan Ice Age döneminin içinde hissediyor.

Trekking boyunca buzulların kırılmalarına, buz parçalarının kendini turkuaz renkli göle teslim etmelerine tanıklık etmek ömür boyu unutulmayacak bir deneyim. Şiddetli gök gürültüsüne benzer ses insanın içini ürpertmiyor desek yalan olur. Yürüyüş sırasında ara ara durup buzulların suyunu içmek, kendini bu beyaz doğa parçasına teslim etmek, anda olmak büyüleyici.

Rotanın sonunda ise güzel bir sürpriz sizi bekliyor. Bardakların içine buzullardan kırılan buzlar konuluyor ve size hak edilmiş bir viski keyfi sunuluyor.

Yürüyüşümüz sırasında hava koşulları oldukça sertti. Bu cafeye sığınıp, ısınmak ve kurumak için sobanın etrafında yer kapmaca oynadık 🙂

El Chalten

Patagonya’dan bahsedip Ant Dağlarından bahsetmemek olmaz. Ant Dağları dünyanın en ihtişamlı zirvelerini içinde barındırıyor. 1877 yılında yine Moreno tarafından keşfedilen 3406 m yükseklikteki Fitz Roy bunlardan biri. Bu granit dağ en iyi El Chalten’den görünüyor.

Fitz Roy adını Charles Darwin’in de içinde bulunduğu araştırma gemisinin kaptanının adından alıyor

El Chalten’e El Calafate’den 3 saatlik bir otobüs yolculuğu ile ulaşılıyor.

Los Glaciares Ulusal Parkı’nın içindeki bu küçücük dağ köyü, dağcıların Mekkesi. 1985 yılında kurulmuş. Şili ve Arjantin arasındaki sınır hassasiyeti nedeniyle Arjantin hükümeti burada yerleşimi teşvik ediyor. Örneğin bir ev yapmak istediğinizde maliyetin %80’i devlet tarafından karşılanıyor.

El Calafate’den El Chalten’e ulaşmak için kullanılan yol. Ruta 40 Arjantin’in en uzun, dünyanın ise en uzun yollarından biri.

Dağcılık sporu ile ilgilenmiyorsanız, parkın içinde saatlerce yürüyüş yapıp Patagonya’nın vahşi doğasını daha yakından deneyimleyebilirsiniz.

Seyre doyamayacağınız manzaralar, bol oksijen ve günlük adım hedefini aşmak garanti!

Şili Patagonyası: Torres Del Paine

Patagonya, Arjantin ile Şili arasında yer alıyor. Arjantin tarafından uzunca bir otobüs yolculuğu ile sınırı geçtik ve Şili Patagonyası’na da ayak bastık.

UNESCO tarafından Biyosfer Rezervi ilan edilen ve 2013 yılında dünyanın sekizinci harikası olan Torres del Paine Ulusal Parkı, kelimelere dökmesi zor bir ihtişama sahip. Etrafı derelerle sarılmış dağ grupları, turkuaz göller, buzdağları, nehirler, lama benzeri guanacolar, nadiren kendini gösteren pumalar bu olağanüstü coğrafyanın parçası. Nereye baksanız doğa kameranıza mağrur bir gülümseme ile poz veriyor.

Ushuaia… Başka bir deyişle “dünyanın sonu”

Ünlü denizci ve kaşif Macellan 1520 yılında buraya geldiğinde yerlilerin yaktıkları çok sayıda ateş görüyor ve bu bölgeye ‘Ateş Toprakları’ anlamına gelen Tierra Del Fuego adını veriyor.

Dünyanın sonuna kimse gelmez kafasıyla, 1947’ye kadar Ushuaia, büyük bir hapishaneye ve azılı suçlulara ev sahipliği yapıyor.

Bu tatlı liman kenti, Antarktika’ya giden gemilerin kalkış noktası. Dünyanın sonundaki postane, dünyanın sonundaki fener, dünyanın sonundaki yol… Anlayacağınız dünyanın sonundaki her şey burada.

Dünyanın sonu
Dünyanın sonundaki fener
Dünyanın sonundaki postane
İsterseniz kendinize ve sevdiklerinize buradan bir mektup gönderebilirsiniz. Ulaşma şansı %50 ama olsun 🙂
Amerika kıtasında yolun bittiği yer. Yani yolun sonu

Beagle Kanalı

Atlas Okyanusu ile Büyük Okyanusu birbirine bağlayan ve adını araştırma gemisi HMS Beagle’dan alan kanalda bir tekne turu yapmak farz. Tur sırasında penguen görünümlü kuşların ve deniz aslanlarının olduğu bir adayı ve bölgenin eski sahipleri, Yamanaların olduğu başka bir adayı görme imkanı bulacaksınız. Bizim kadar şanslıysanız kanalda bir balina görme ihtimaliniz de var 🙂

Penguen görünümlü kuşlar
Yamanalar, soğuk havada çıplak geziyorlar. Deniz aslanlarını avlayıp, yağlarını vücutlarına sürerek hayatta kalmayı başarıyorlar. Modern insanlar gelip onlara kıyafet giydirince işler değişiyor. Giydikleri kıyafetler yağmurdan ıslanıyor, kurumuyor ve zatürreden ölüyorlar. Son Yamana geçtiğimiz yıl hayata gözlerini yumuyor.

Kanal turuna Jules Verne’nin ünlü kitabı “Dünyanın Ucundaki Fener”i yanınızda götürmeyi unutmayın. Kapağını süsleyen feneri arkanıza, kitabı ise elinize alıp turistik bir poz verin 🙂

İsla Martillo

“Pratikte bir penguene bakıp kızgın hissetmek imkansız”

Joe Moore’un dediği gibi, pratikte bir penguene bakıp kızgın hissetmek imkansız. Isla Martillo’ya geldiğinizde bir değil yüzlercesini görüyor, onlara yakından bakabiliyor ve onlarla birlikte yürüyebiliyorsunuz. Başka bir deyişle, dünyaya ya da insanlara karşı kızgınlığınız varsa bu kızgınlık burada sona eriyor. Gerçekten çok komik hayvanlar. İnsanın yüzüne kocaman bir gülümseme konduruyorlar.

Isla Martillo, bölgedeki penguenlerin doğal yaşam alanı. Bilimsel çalışmaların da yapıldığı adaya her gün sadece limitli sayıda ziyaretçi alınıyor. Adadan dönüşte geldiğiniz çiftlikteki Balina Müzesi’ni ziyaret edebilir ve bölgedeki denizaltı yaşamıyla ilgili güzel bilgiler alabilirsiniz.

Aslına bakarsanız Patagonya anlatılmaz yaşanır! Bana yaşattıkları ile kalbimdeki yerini buldu ve oraya yerleşti…