Zamanda kaybolmuş bir ülke; Küba

Karayipler’de, Meksika Körfezi’nin hemen girişinde yer alan Küba, katkısız suları, kuru esen rüzgarı, yemyeşil doğası, devrim öncesi zengin Amerikalıların ardında bırakıp gittiği eski Amerikan arabaları ile adeta zamanda kaybolmuş gibi. Eşitsizliğe kafa tutan karizmatik halk kahramanı Che’nin, devrimin ikonu haline gelen Fidel’in ülkesinde, puronun kokusu sokakları sarıyor, Salsa ve Rumba’nın ritmi ise insanın tüm duyularını harekete geçiriyor. Bakımsız ama bir o kadar renkli sokaklarda Hemingway’in ayak izleri sürülüyor, Rom’un tadına ise doyum olmuyor.

Cuba camasir-302631__340

Sıkça devrim ve ambargo ile anılan Küba, ekonomik ve kültürel yapısı ile gezginlerin merakını uyandırıyor ve bu sebeple de halen “dünyada en fazla seyahat edilmek istenen ülkeler” listesinin başını çekiyor.  Kristof Kolomb’un keşfine kadar Taino halkına ait bu topraklar, mutluluk maskesinin ardında aslında hüznü, acıyı ve isyanı da barındırıyor.

havana-1995035_960_720

Tarihin sayfalarında yolculuk

“İnsan gözünün görüp görebileceği en güzel yer”

Kristof Kolomb

 

Kristof Kolomb’un Küba’yı keşfetmesi ile Taino halkının soyu tükeniyor

Aslında İspanyollar, yerli halkı yok etmeyi amaçlamıyor. Nitekim Kraliçenin Kristof Kolomb’a verdiği mektupta “Bulduğun her yer İspanya’nındır ve oradaki tüm yerliler İspanyol vatandaşıdır” yazıyor. Ne var ki, yerlilerin “güneşi getirenler” olarak tanımladığı İspanyollar, Avrupa’dan çiçek hastalığını da beraberinde getiriyor. Bağışıklık sistemi buna dayanamayan Taionların sonunu işte bu hastalığın getirdiği sanılıyor.

Küba’nın siyahi nüfusu kölelikten geliyor

İspanyollar, işgal ettikleri bereketli ada toprağının elbette etinden suyundan faydalanmak istiyor. Gemilerinde birer papaz bulunduran ve yerli halka ‘Tanrı’nın kelamını yaymaya’ geldiklerini söyleyen İspanyollar, adaya şeker kamışını getiriyor ve tarım yapmak için yerleşkeler, başka bir deyişle şehirler kuruyor. Ölümcül hastalıkla mücadele eden yerlileri tarımda ve madenlerde çalıştıramayacaklarını anlayan İspanyollar, çareyi adaya köle getirmekte buluyor ve Küba böylelikle köleliğin merkezlerinden biri haline geliyor. 1868 yılında köle ticaretine son veren bu ada ülkesi, oluşan işgücü açığını kapatmak için bu sefer de Çin’den sözleşmeli işçi getiriyor. Bugün Küba’da hiçbir biçimde ırkçılığın olmaması sevinç verici.

Rom: Köleliğin Gözyaşı

Imany’nin o kadife sesi ile söylediği gibi, Afrika, gerçekten de kırılmış bir kalbin şekline sahip (Shape of a broken heart şarkısını dinleyin hadi).

Tarımda çalıştırılmak üzere adaya getirilen köleler, ölmemek için enerjiye ihtiyaç duyuyor. Bu ihtiyaçlarını karşılamak için ise şeker kamışını işlemeye başlıyor ve böylelikle eski ismi “Köleliğin Gözyaşı” olan romu yaratıyorlar. Anlayacağınız Küba’nın şeker kamışı tarlalarında, avlanan, boyunlarına zincir vurulan, ağızlık takılan, tasmalanmış kölelerin kanı bulunuyor.

İngilizlerin Havana’yı işgali

İspanyollar, Küba üzerinden çok gelir elde etmeye başlıyor. Her ne kadar gelirin bir kısmı İngiltere ve Vatikan’a gitse de, Havana’nın ticari ve stratejik konumu İngilizleri rahatsız etmeye başlıyor. İngilizler, İspanyolların ticaret yollarını kesmek için Havana’yı işgal ediyor. Malların değerini düşürmemek için İspanyolların uyguladığı ve korsancılığın doğmasına da neden olan kota sistemini kaldırıyorlar. Serbest ticarete açılan Havana, böylelikle gelişmeye başlıyor. Ancak İngilizlerin Havana’yı işgali uzun sürmüyor. 8 ay sonra Florida’ya karşılık Havana yeniden İspanyolların oluyor.

Küba, milli bilinci olmadığından Latin Amerika’da bağımsızlığını ilan eden en son ülke oluyor

Küba’nın İspanyollara karşı bağımsızlık mücadelesi, 1868’de 10 yıl savaşları ile başlıyor ve 1895 yılında ABD’de gazetecilik yapan, Küba asıllı şair Jose Martin’in sürgündeki muhalif grupları bir çatı altında toplaması ile devam ediyor. Başarılı olmaya çok yakın olan bu direniş, 1895 yılında, Guantanamera şarkısının da söz yazarı olan Jose Martin’in bir çatışmada ölmesi sonucunda yarım kalıyor. İspanyollardan rahatsız olmaya başlayan ve Meksika körfezinde batan bir gemilerini bahane göstererek, İspanyollara savaş açan Amerika, birkaç ay içerisinde bu savaşı kazanıyor ve Küba’nın 1902 yılında İspanyollardan kurtulmasına vesile oluyor. Küba ne var ki iç ve dış işlerinde bu sefer de Amerika’ya bağlı hale geliyor. Fidel’in “Küba’nın kalbindeki hançer olarak” tanımladığı Guantanamo üssü işte bu dönemde yıllık 4661 USD kira karşılığında Amerika’ya veriliyor (Küba, bu bedeli 1959’daki devrimden bu yana almayı reddediyor). Sözde bağımsız ülkenin başına Jose Miguel Gomez  geçiyor. Amerika, Küba’ya deli gibi yatırım yağdırmaya başlıyor. Ne var ki yatırım bir tek Havana’ya yapılıyor. Kumar, fuhuş, içki, mafya derken Küba, Amerika’nın eğlence merkezi (!) haline geliyor. Örneğin 1930’lu yıllarda Havana’da 30 bin hayat kadının olduğu söyleniyor. Havana adeta bir ‘Günahlar Cenneti’ne dönüştürülürken, ülkenin geri kalanında yoksulluk, sefalet ve hastalık hüküm sürüyor. 1929 yılında Amerika’da ekonomi çöküyor. Kendi derdine düşen Amerika, Küba’ya yatırımları durduruyor. Ülkede kaos ortamı oluşuyor, isyanlar baş gösteriyor. Halkını yönetemeyen bir iktidar Amerikalıların elbette hoşuna gitmiyor. 1933 yılında, ülkeyi 10 yıl geriye götüren ve aralarında ünlü diktatör Batista’nın da bulunduğu bir askeri darbe yapılıyor ve Küba 1942 yılına kadar asker tarafından yönetiliyor. Bu süre zarfında kendini toparlayan Amerika, yeniden para musluklarını açıyor ve Küba’da belirli bir kesimi zenginleştiriyor. 1942 yılında yapılan seçimlerde Batista, askerliği bıraktığını açıklıyor ve aday oluyor. Sosyalistlerle birlikte girdiği seçimi kazanıyor. İkinci Dünya Savaşı ile birlikte Amerika’dan para akışı yeniden duruyor. Batista ülkeyi yönetmekte zorlanıyor ve ülke bir kez daha ekonomik kaosa sürükleniyor. Batista, tahmin edebileceğiniz üzere yenilenen seçimleri kaybediyor. Grau iktidarı ile birlikte tablo daha da vahim hale gelmeye başlayınca halkın politik bilinci yükseliyor; özellikle Üniversitelerde bazı hareketlenmeler başlıyor. İşte o dönemde Fidel siyaset sahnesindeki yerini etkin bir şekilde almaya başlıyor. Derken Batista, Amerika’nın desteğini arkasına alarak, ülkedeki ikinci darbeyi yapıyor, partileri ve baş belası olarak gördüğü üniversiteleri kapatıyor. Halk için her şey, her geçen gün daha kötüye gidiyor. Diktatör Batista’nın iktidarı, 1959’daki Halk Devrimi ile son buluyor. Amerika karşısında diz çökmeyen Fidel’in, Batista orduları tarafından şeytan olarak adlandırılan korkusuz Che’nin, devrim ve devrim sonrasının ayrı bir yazı hak ettiğine inandığım için Küba tarihine gelin burada bir ara verelim ve Küba’daki sosyal hayata şöyle bir göz atalım 🙂

Küba’da sosyal hayat

  • Kübalı olunmuyor, Kübalı doğuluyor. Bunun tek bir istisnası var; o da Che.
  • Kübalılık anneden geçiyor. Yani babanız Kübalı, anneniz yabancı ise Kübalı olamıyorsunuz.
  • Devlet, her Kübalı’ya barınma imkanı sağlıyor. Fidel döneminde ev ya da araba satın almak mümkün değilken, Raul döneminde zorunlu bir reform yapılarak, mülkiyet kanunu çıkarılıyor. Kanunun çıktığı dönemde halkın %90’ı oldukça pahalı olmasına rağmen oturduğu evi satın alıyor. Böylelikle Küba, Amerika’daki Kübalıların parasını ülkeye çekmeyi başarıyor. Sokaklarda göreceğiniz P plakalı araçlar da şahıslara ait araçlardır.
  • Yapılan reformlarla birlikte Kübalıların günümüzde küçük ticarethaneler açmasına izin veriliyor, ancak bunun da birçok koşulu bulunuyor. Örneğin dükkanınızda satacağınız her şeyi devletten satın almak ve devletin belirlediği fiyattan satmak zorundasınız.
  • Çalışan her Kübalı devletten yaklaşık 30 cup maaş alıyor. Eğer doktor veya avukatsanız bu en fazla 40 cup oluyor. Aradaki makasın açılmasına müsaade edilmiyor.
  • Ülkede 2 çeşit para birimi bulunuyor. Biri yerlilerin kullandığı cup, diğeri turistlerin kullandığı cuc. Turistler için ülkede her şey pahalı, benden söylemesi.
  • Bahşiş talep etmek konusunda çok ısrarcılar. Bir noktadan sonra bunalabilirsiniz.
  • Anne karnına düştüğü andan itibaren her Kübalının bir gıda karnesi oluyor. Devlet, halkın rom ve tütününü bile belirli oranda veriyor. Karne ile aldıklarının yetmemesi durumunda yerlilere özel, turistlerin alışveriş yapamayacağı marketlerden çok ucuza alışverişlerini yapabiliyorlar.
  • Ülkede belirli miktarda elektrik ve su kullanımı da bedava, ancak size verilen limiti aşmanız halinde evinize denetime geliyorlar.
  • Eğitim ve sağlık hizmetleri bedava.
  • Seyahat serbestliği var ancak çok pahalı olduğundan pek kimse yerinden kıpırdayamıyor
  • Komşuculuk çok önemli, yardımlaşma üst seviyede var.
  • Çok güvenli bir ülke ve halkı iletişime çok açık.
  • İnternet çok kısıtlı. Genelde otellerin ortak alanlarında ve bazı parklarda bulunuyor. Yararlanmak için saatlik internet kartları satın almalısınız. Çok iyi çekmediğini de söylemeden geçmeyeyim. Aslında dijital detoks yapmak için çok iyi bir fırsat!
  • Kadın erkek eşitliği var. Kadınlar, hayatlarını son derece özgür yaşıyor.
  • 1959 Devrimi, Batista rejimine karşı yürütülen bir kurtuluş savaşı. Sosyalizm Küba’ya devrimden ancak 2 yıl sonra geliyor.
  • Ülkede 5 yılda bir seçim yapılıyor. Ne seçimi diye soracak olursanız, şöyle özetleyeyim: 5 yılda bir mahallelerden toplam 3500 delege seçiliyor. Bu delegeler arasından bir merkez komitesi seçiliyor. Merkez komitesi de devlet başkanını seçiyor. Küba’da seçimlerde sandıkları çocuklar bekliyor 🙂

Bir politik içki; Cuba Libre

Özgür Küba anlamına gelen Cuba Libre içkisinin politik bir manasının olabileceğini hiç düşünmüş müydünüz? Amerikan Colası ile Küba Romunun karışımından yapılan içkide Romun üzerine Cola’yi döktüğünüz zaman Amerikan Colası dibe çöküyor ve Küba Rom’u, Amerikan Cola’sının üzerindeki yerini alıyor. İşte içkinin politikliği de buradan geliyor.

cuba-libre-2524121__340

Bu arada hemen bir not ekleyeyim; Kübalılar için şeker kamışı Küba’da yetişmemiş hiçbir rom, rom değildir!

Gezilecek Yerler

Havana

Küba’nın Gaudisi – Fusterlandia

Fusterlandia, Kübalı sanatçı Jose Rodriguez Fuster’in eseri. Fransa’dan Hindistan’a kadar dünya çapında 600’ün üzerinde sergiye katılan Fuster, 20-30 yıl önce Avrupa’ya yaptığı bir seyahat sırasında, İspanya’da Gaudi ve Picasso’dan, Romanya’da ise Brancusi’den etkileniyor. Onlardan aldığı ilham ile ana vatanına döndüğünde, kendi dünyasını inşaa etmeye karar veriyor. Sanatçı, ahşap ve küçük evini yavaş yavaş seramikten oluşan bir harikalar diyarına dönüştürüyor. Ortaya çıkan manzara karşısında büyülenen komşuların çoğu, kendi evlerini de Fuster’in hünerli ellerine teslim ediyor. Sıradışı tasarıma sahip bu mahallenin yarısı bugün mozaiklerle kaplı.

Sanat sokakta – Hamel Meydanı

Callejon de Hamel, çoşkulu ruhunu, Kübalı sanatçı Salvadore Gonzales’in yaratıcılığına borçlu. Havana’nın, klasik Amerikan arabalarından, Rumba’dan, puro ve romdan ibaret olmadığını ıspatlamak istercesine, bu sanat sokağında eski bir küvetin ya da tuvaletin nasıl sanata dönüştürüldüğüne şahit olabilirsiniz. Pazar günleri ise misafirlere, müzik ve dans ziyafeti çekiliyor. Anlayacağınız, yaratıcılık, ambargo tanımıyor.

Che’nin çalışma ofisi

Çocukluğundan itibaren ağır astım hastası olan Che’nin hastalığı, devrim sonrasında iyice kötüleşiyor. Havasının ona iyi geleceği düşüncesi ile kendisine verilen ofisin hemen girişinde, anne ve babasına, Meksika’daki hapishaneden yazdığı mektupta yer alan şu cümle yer alıyor:

“ Hikmet’in dediği gibi, bundan sonra ölümümü bir hüsran olarak görmem, yalnız yarım kalmış bir şarkının acısını toprağa götüreceğim”.  Hikmet ile kast ettiği, tahmin edeceğiniz üzere Nazım Hikmet.

Malecon

cuba malecon -2662037__340

Nice ressama, şaire, fotoğrafçıya ilham olan Malecon, okyanusu şehirden ayıran 8 kilometrelik bir duvara sahip. Güneşin doğuşu da batışı da burada ayrı bir güzel.  Enfes fotoğraflar çekebileceğinizi söylemeye sanırım gerek yok J Yerlilerin favori buluşma mekanlarından biri olan Malecon’da, her yaş gurubundan insan elinde içkisi ile keyif yapıyor, müzik eşliğinde dans ediyor, dostları ile saatlerce sohbet ediyor ya da sevgilisi ile romantik romantik takılıyor…

Devrim Meydanı

Fidel Castro’nun tarihi konuşmalarına tanıklık eden Devrim Meydanı, Küba’nın önemli sembollerinden biri. 1 Mayıs yürüyüşleri burada sona eriyor, 26 Temmuz’da çok sayıda Kübalı bu meydanda toplanıyor. Jose Martin anıtına ev sahipliği yapan Devrim Meydanı’nda bulunan İç İşleri Bakanlığı binasının üzerinde halk kahramanı Che’nin, İletişim Bakanlığı binasının üzerinde ise devrimin dört atlısından biri olan ve Che’nin oğluna ismini verdiği Camilo Cienfuegos’un silueti yer alıyor.

Devrim Müzesi

Eski başkanlık sarayı olan müzede, Batista rejimin zalimliğini gözler önüne seren işkence aletlerinden, giysilere ve döneme ait fotoğraflara kadar birçok şey sergileniyor. Küba tarihi hakkında bilgi edinmiş olarak giderseniz, gördüklerinizi daha iyi anlamlandırabilirsiniz. Müzenin dışında ise efsanevi Grandma teknesini görmeniz mümkün.

Morro Kalesi

Havana körfezinin hemen girişinde yer alan ve İspanyollardan hatıra kalan Morro Kalesi’nde kısa bir mola verip, güzel bir manzaraya karşı fotoğraf çektirin.

Hemingway’in izinde

Ernest Hemingway, Küba’ya ilk kez 1928’de kısa bir ziyaret için geliyor ve Küba’ya olan sevdasını, karısına yazdığı bir mektupta şöyle dile getiriyor:  “Son zamanlarda kendime hayatımın geri kalan günlerinde ne yapacağımı soruyordum. Şimdi yanıtını biliyorum: Küba’yı anlamaya çalışacağım” Hemingway, 1933’te eski Havana’nın tam merkezindeki Ambos Mundos otelinin 511 numaralı odasına yerleşiyor. Bu oda onun “Çanlar Kimin İçin Çalıyor”u yazmaya başladığı yer oluyor ve günümüzde müze olarak kullanılıyor. 20 yılını bu ülkede geçiren Heminway’in kendisi ile değil ama heykeliyle El Floridata barında buluşmayı düşünün derim. Burası Hemingway’in hergün, yazı yazmayı bitirdiğinde geldiği ve Daiquiris’ini içtiği bar.

Meydanlar

Plaza de Armas Meydanı, San Fransisco Meydanı gibi Havana’nın tüm meydanları gezmeye değer. Meydan geziniz sırasında Escorial Cafe’de kahve, Factoria plaza vieja cervezas y maltas’da da bira için derim 🙂

Pınar Del Rio

Pinar del Río, dünyanın en iyi tütününün yetiştiği yer olmasıyla ünlü. Cohiba, Partagás, Montecristo, Romeo y Julieta, Hoyo de Monterrey gibi en iyi Küba puro markaları, bu bölgede yetişen tütünleri kullanıyor. Pinar del Río sınırları içerisinde, adanın en popüler turistik bölgesinden biri olan Viñales Vadisi buluyor. Unesco’nun dünya kültür mirası listesindeki bu ikonik vadi, adeta bir Jurassic Park. Bu bölgeyi bir tur ile geziyorsanız, büyük olasılıkla sizi Benito’nun Çiftliği’ne götüreceklerdir.

Bana kalırsa fazlasıyla turistik. Bununla birlikte çiftlikte tadına bakıp satın alabileceğiniz kahve gayet güzel. Kendileri için sardıkları purolardan da uygun fiyata temin edebilirsiniz. Tütünleri elbette fabrikalara giden tütünler kadar kaliteli değildir ama sonuçta Küba’dasınız; ne kadar kötü olabilir ki 🙂

Bölgedeki diğer bir oldukça turistik aktivite de Cueva Del Indio mağarasında bir nehir gezintisi yapmak. Mağara her ne kadar ilginç olsa da 10-15 dakika süren bir nehir gezisi için onca zaman ayırmaya değer mi emin değilim.

.

Gelelim bölgedeki Mural de la Prehistoria’ya. Frida Kahlo’nun eşi Diego Rivera’dan esinlenen ve bir zamanlar Küba Bilimler Akademisi’nin haritacılık Direktörü olan Leovigildo Gonales, 1961 yılında insan evrimini sembolize eden bir tasarım yapıyor. Bu tasarım, yüksekliği yaklaşık 120 m, genişliği ise 180 m olan bir kayanın üzerine, 18 ressam tarafından tam 4 yılda yapılıyor. 2 futbol sahası büyüklüğündeki bu resme karşı alın elinize bir Pina Colada ve yayılın çimenlere 🙂

Cienfuegos

Kübalılar buraya “Güeyin incisi” diyor. Simetrik sokakları ve Neoklasik tarzı ile diğer Küba şehirlerinden oldukça farklı bir görsel şölen sunuyor. Dönemin İspanya kralının emrindeki bir Fransız tarafından kurulmasının şüphesiz bunda bir etkisi bulunuyor. 2005 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınan bu kent, müzisyen Benny More’un da doğduğu yer. Burada mutlaka görün diyeceğim yer, Jose Martin Parkı’nın tam karşısında yer alan Tomas Terry Tiyatrosu. İç mimarisine bayılacağınıza eminim…

Trinidad

trinidad-3930039_960_720

Kolonyal mimarinin en iyi korunduğu yerlerden biri. Kendinizi ara sokaklara atın, evlerin içine göz atın ve La Canchanchara barda, devrim askerlerine güç verdiğine inanılan rom, limon, bal ve sudan yapılan meşhur içkiden için.

Santa Clara

Santa Clara, devrime izlerini kazıyan, belki de devrimin en çetin şavaşlarından birine sahne olan yerdir. En büyük zaferini burada kazanan Che’nin ve 37 yoldaşının ededi istirahatta bulunduğu anıt mezarın buraya inşaa edilmesi işte tam da bu yüzdendir. Dev Che heykelinin önünde de elbette en güzelinde bir fotoğrafınız olsun.

Varadero

Deniz, kum ve güneş işte… Aslında Küba ile bir ilgisi yok. Bence tam bir vakit kaybı. Çok mu acımasız oldum 🙂

Ben Küba’ya ilk 2000 yılında gitmiştim. 19 yıl aradan sonra yaptığım ve 1 Mayıs kutlamalarına denk gelen bu ikinci seyahatte ülkeyi oldukça değişmiş buldum. Gençler daha fazla özgürlük istiyor, para oldukça fazla seviliyor, vs… Küba’yı görmek gibi bir arzunuz varsa, elinizi çabuk tutun derim… Zira bence değişim kapıda.

Bu seyahatte birlikte olduğum Yol Dostları’na ve verdiği doyurucu bilgiler için Haluk Işıkmen’e çok teşekkürler.